Eliaçık’tan Gezi’nin anatomisi

03/08/2013
Mustafa Ilhan
“Gezi Parkı’ndaki 19 ütopik güzel günle, Türkiye’ye güzel bir toplum projesi sunuldu. Barış projesi çalışmaları başlatıldı. Farklı gruplar nasıl birarada yaşar, inançla inançsızlık nasıl birarada olur, hatta günah ile sevap toplumda nasıl birlikte yaşıyabilir, örneği Gezi’de gösterildi. Bu nedenle bu çok önemli bir projedir.”
Bild

İslam’ın özü üzerine önemli araştırmaları ile tanınan yazar ve Antikapitalist Müslümanlar üyesi İhsan Eliaçık, Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir diktatör olduğunu söyledi. Eliaçık, “Diktatörlük illaki katliamlar yapmak değildir. Diktatör, otoriter ve totaliter üsluplu liderlere denilir. Herşeye karşıcıdır. Bunların ikisi de Tayyip Erdoğan’da var” dedi. Eliaçık ile Gezi Parkı direnişini, burada çıkan sonuçlar hakkında görüştük.

Öncelikle Gezi hareketini tanımlar mısınız?
Gezi Parkı’ndaki hareket antiemperyalist, antikapitalist bir harekettir. Herhangi bir siyasetçinin yaptığı bir açıklamaya bakarak kararlar almaz.

Taksim direnişinde siz ve sizin de ilişkisi olduğunuz Antikapitalist gençlik de yer aldı. Bundan dolayı, sosyal medyada özellikle AKP yanlılarının saldırısına maruz kaldınız. Bu direnişi ve hükümet çevrelerinin direnişçilere karşı yönelimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz bu direnişi herşeyden evvel bir kesimin yanında yer almak, bir ilkenin yanında durmak olarak anladık. Bizim başından beri savunduğumuz bir ilke var: Mazluma kimliği sorulmaz, mağdura kökeni sorulmaz. Bir insan iktidarın sopasını yiyorsa ona kimliği sorulmaz. Bugün iktidarın sopasını yiyenler, iktidar tarafından aşağılananlar, horlananlar Gezi’de toplanmıştır. Bu nedenle Gezi’de toplananların hangi kökene ait olduğu, kimin ne olduğu bizden mi, yoksa değil mi oldukları, hangi dinden, hangi mezhepten oldukları bizim için hiçbir önemi yok. Biz orada toplananları, iktidarın mağdur ettiği veya hor gördüğü insanlar olarak gördük ve onun için orada yer aldık. Bizim için günün gereği yapılması gereken şey için orada yer aldık. İlk başta ise Gezi Parkı’nı, ağaçları ve doğayı savunmak için orada yer aldık. Orada bulunan parkın zenginlere ve kapitalistlere peşkes çekilmesi, park olmaktan çıkarılması ve oraya beton yığınlarının dökülmesine karşı çıktık.
Biz dindarlığın daha çok yeşile, doğaya sahip çıkan bir anlayış olması gerektiğinden dolayı Gezi’de yer aldık. Orada Mihrac Kandili kutlamamızdan, Cuma namazları kılmamızdan ve mescid açmamızdan dolayı kimi muhafazakar cephelerin, zenginlikten şımarmışların önde gelenleri ve onların maaşlı profesyonel memurluğunu yapanlar tarafından, ifade ettiğiniz gibi sosyal medyada ağır saldırılara mahruz kaldık ve halen mahruz kalmaya devam ediyoruz. İlke, prensip, hukuk, adalet, vicdan, merhamet, helal, haram, sınır, centilmenlik diye birşey bırakmadılar herşeyi dümdüz ederek çıldırırcasına saldırıyorlar. Bu ancak bir menfaatin bozulması, çıkarların zedelenmesi, geriye kaygısına düşmeleri sebebiyle böyle çılgınca saldırı haline gelinebiliniyor. Fikir tartışması ve görüş ayrılığı tartışmaları yapmıyorlar etrafı yıkıp yakarak saldırıyorlar. Bunları biz ibretle seyrediyoruz. Demek ki çok önemli birşeye dokunmuşuz, demek ki önemli bir yaraya parmak basmışız, demek ki gizlenen şeyleri ortaya çıkarmışız diye bu saldırılara maruz kalıyoruz.

Antikapitalist Müslüman Gençlik, Kadıköy’de Alevilerin Sivas katliamını protesto eden etkinliğine katıldı. Yine siz ve bu grup, sermayenin saldırısına karşı tepkinizi ortaya koyuyor. Çabalarınızı İslam felsefesi açısından değerlendirir misiniz?
Şimdi biraz önce söylediğim gibi en azından şöyle düşünelim. Bu Gezi olaylarında polis kurşunlarıyla öldürülen üç kişi vardır. Onların anne ve babaları vardır. Ama gösterici kurşunuyla ölen polis yoktur. Yaralanan, gözü kör, kulağı sağır olan siviller devletin polisi tarafından yaralanmışlardır. Dolayısıyla bu siviller polis şiddetine mahruz kalmışlardır. Dolayısıyla bunlar mazlumdur. Öbür taraftan Sivas’a baktığımız zaman 35 kişi yanarak ölmüştür onlar da mazlumdur. Bir Müslüman’ın o otelde alevler yükselirken bunu izleyip tekbir getirmesi mümkün değildir. Affedilir gibi değildir. O nedenle oradaki Müslümanlar suçlu durumdadırlar. Neden? Onları öldürdükleri için onları öldürenlerin Müslümanlar olduğu için demiyorum, göz göre göre yanmakta olan bir binaya müdahale etmedikleri, alevler yükselirken dışarıda onu seyrettikleri ve ölmekte olan insanları kurtarmadıkları-kurtarmaya çalışmadıkları için, seyredip tekbir getirdikleri için suçlulardır. Bundan dolayı orada yanarak ölen insanlar mazlumdur. Gösteri yaparken polis kurşunuyla ölen insan mazlumdur. Bir çatışma filan yok, biri silahlı öbürü silahsız. Dolayısıyla biz bu mazlumların yanında yer almalıyız. Bunlara kimliğini sormak zorunda değiliz ölen kişi isterse CHP’li isterse Alevi olsun veya ateist olsun farketmez. Bu anlamda bir özür olması için de dediğiniz gibi Antikapitalist Müslüman gençlerimiz Madımak’ı anma mitingine katıldılar, Sivas’ta da bir heyette yer aldılar. Ben de daha öncesinden bu olaylardan dolayı özür dilemiştim. Cemevlerine gidip Alevi insanlarımızı ziyarette bulunmuştum. Zaten bir kaç yıldır böylesi faaliyetlerde bulunuyoruz. O gün de grup olarak flamalarımızla birlikte Kadıköy’deki mitinge katıldık. Burada biz yine bir ilkenin yanında durmuş olduk.

Gezi direnişi çerçevesinde özelikle İstanbul’da çeşitli parklarda forumlar yapılıyor. Bu forumlar hakkındaki gözleminiz ne? Buradaki tartışmalar ne gibi gelişmelere yol açar sizce?
O forumlarda şu anda görüşmeler oluyor, çeşitli şekillerde fikirler tartışılıyor. Malum yeniden bir duyarlılık ortaya çıktı, siyasal sosyal kültürel bir odak haline dönüştü. Mesala Türkiye’de önemli birşey olsa -İran’la bir savaş kararı alsa-, çok önemli bir konu gündeme gelse acaba “Gezi buna ne der?” diyen insanlar dönüp bakacağı bir odağa dönüştürür. Dolayısıyla burada ne çıkar; buradan siyasi parti çıkmaz, olsa olsa kendi bağımsız adaylarını desteklerler. Ben bunu bir gençlik çığlığı olarak görüyorum. Gençlik çığlıkları böyledir. Örgütlenmeye kalktığı zaman zayıflar, gücünü kaybedir, dağınık bir çığlık hali daha orjinaldir etkileyicidir. Bu birçok grubu, kuruluşu etkiliyecektir. Partiler bunların üzerine düşecektir. Gezi Parkı’ndaki 19 ütopik güzel günle, Türkiye’ye güzel bir toplum projesi sunuldu. Barış projesi çalışmaları başlatıldı. Farklı gruplar nasıl birarada yaşar, inançla inançsızlık nasıl birarada olur, hatta günah ile sevap toplumda nasıl birlikte yaşıyabilir, örneği Gezi’de gösterildi. Bu nedenle bu çok önemli bir projedir. Türkiye’nin tarihinde yeniden ortaya çıkan gençliğin oradaki duyarlılığının bir şekilde bir yerde yer edineceğini mevcut ideolojik kopuklarının hepsinin yeniden oluşan yeni bir sentez olacağını diyebiliririz.

İran’a değinmişken burada bir parantez açma gereği duyuyorum. Kamuoyunda hakkınızda Gezi olaylarının  perde arkasında sizin İran ile bir işbirliğınde olduğunuza yönelik kimi iddialar var...
Şimdi bizim yurt içinde veya yurtdışında kimse ile alakamız yok. Bizim arkamızda kimse yok. Şahıs olarak olsun, grup olarak olsun İran ile hiçbir alakamız yok. 1990-92 yıllarında İran’a gittim ama İranlı birileriyle -ne bir milletvekili ne bir bakan ne de bir gazeteci- düzenli olarak görüştüğüm yok. Ama ben İran’ı Amerika ve İsrail’e karşı destekliyorum. Burada İran’ın yanında durmamız gerektiğini düşünüyoruz. Ama İran’daki meşru yönetime eleştirilerimiz de var. Gençlik yıllarımızdan itibaren 1979 İran devrimini ana ilkelerini halen savunuyorum. Bütün devrimlerin devlet olmadan önceki bütün sloganlarını, şiarlarını, sembollerini hepsini benimserim. İran devrimi de, Rusya devrimi de hatta Fransa devrimi de buna dahildir. Adalet, eşitlik, özgürlük, kardeşlik, emek bunlar insan vicdanının kavramlarıdır ve bunlar devrimler şeklinde ortaya çıkar devlet olunca bunlardan tavizler verilir. İran devriminin de benim ruh ve düş dünyamda böylesi bir yeri var. Fakat İslam adına yanlış şeyler uyguluyorlar onu da eleştiriyoruz. İran’la işimiz bundan ibarettir.

Hükümet sürekli ‘marjinal gruplar’ tabirini kullanarak, kitleyi bölme taktiği geliştirdi. Özelikle SDP’ye yönelik gözaltı furyasından sonra polisin Taksim’de en barışçıl şekilde yapılan etkinliğe bile saldırdı. Sizce Taksim direnişinde genel olarak insanların ‘bu marjinal grupları’ alsınlar gibi bir yaklaşımı oldu mu?
Marjinal tanımı bana göre yanlıştır. Taksim alanındaki marjinal gruplar ve arka plandaki Gezi Parkı‘ndaki çevreci bağımsız gençler diye ayırıyorlar. Ama bilmiyorlar ki orada aslında marjinal dedikleri mahsum, mahsum dedikleri ise marjinal olduklarından haberleri yok. Marjinal gruplar dedikleri örgütler, oradaki çevreci apolitik gençlere bir tane çadır bırakıp bir gün belirleyip bir konserle burdan dağılmamız gerektiğini ikna etmeye çalışıyorlardı. Bu gençler de bunları pasif olarak suçluyorlardı. Yani mahsum dedikleri insanlar marjinelleri pasif olarak suçluyorlardı. Marjinal grupların bunları kullandığı yok tam tersine onlar sözde o marjinal örgütleri kullanıyorlar. Daha ateşli olan ve ‘daha direnmeliyiz’ diyen yüzde 52’si hiç bir partiye oy vermemiş, yüzde 60’ı ilk defa bir eyleme katılan bir gençlik var burada. Ki bizim gözümüz önünde örgütler ile tartışmalara girenler oldu. Sözde o illegal-radikal örgütler yüz ikiyüz kişiyle orada standlar açmışlardı. Bu gruplara illegal deniliyor. Ne illegali!? 70’li yılların illegal örgütü falan kalmadı ki. Hepsi ortada onlar daha eski daha yaşlanmış, öbür taraftan çocuklar daha dinç daha genç asıl gençler onları sürülüyorlar.

Ergenekon ve ulusalcı kanadın bu eylemlilikleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanması durumu var mı?
Bu kitle çoğulculuğa sahip olan bir kitledir. Herşey var yani mescid var, cuma namazı kılınıyor, Mihraç Kandili kutlanılıyor arka tarafta Abdullah Öcalan’ın posterleri var, ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ diye bağıranlar var ve ‘Mustafa Keser’in askerleri var’ diye bağıranlar var. Binbir çeşit örgüt var. Zaten Türkiye’de değişen budur. Türkiye’nin bütün çeşitliliği de oradaydı. Bu çeşitliliğin birarada olmasından korkmamak lazım.
Gezi ruhu bir anlamda şunu da ifade ediyor: “Oradaki herhangi birisi oraya egemen olmaya kalkmamalıdır”. Çünkü Gezi ruhu egemenlik anlayışını da aştı klasik siyaset felsefesi bir grubun herşeye egemen olması diğerlerini bastırması anlayışına karşılık ortaklık ruhunu geliştirdi. Yani egemenlik siyasi felsefe çerçevesi anlayışına son verdi, ortaklık anlayışı yer aldı. Birkaç kelime ile Gezi ruhunu özgürlük, saygı, ortaklık, dayanışma ile ifade edebiliriz. Bunlardır olaya hakim olan kavramlar. Dolayısıyla kimi ulusalcı kanalların kalkıp da kendi egemenleri doğrultusunda onu yönlendirmeye kalkması sanki gerisinde ulusalcı Kemalist ayaklanması varmış gibi göstermesi böyle yansıtması karşı tarafı da harekete geçirdi. Bununla birlikte muhafazakar kesim de buraya şüpheyle baktı. Çünkü bir iki tane ulusalcı kanaldan yoğun ve ağır derecede bir ulusalcı propagandayla marşlar eşliğinde Gezi olaylarını görünce muhafazakar kitle ‘aman buradan uzak durmamız lazım bu Kemalist bir kalkışma’ diye algıladı. Diğer televiyonların hiç birisi vermiyordu. Muhafazakarlar da oradan izliyordu. Onların da bu yönde olumsuz etkisi oldu. Orada öyle gruplar var ki her grubun en yenisi orda, CHP bayraklarıyla girmek isteyenler var, karşı çıkan CHP’liler de var tabanda. Oradaki ulusalcılar da, CHP’liler de, solcular da, Kürt geçleri de, dindar Anti Kapitalist gençler de bunların hepsi kendi gruplarının en yeni ve en ileri olanları. Böyle bir özelliği var bu kitlenin.

Sokak bu anlamıyla, toplumsallaşma ve önyargıları aşmada bir okul görevi görüyor mu?
Tabii görüyor. Şu anda özellikle forumlarda bu daha çok hissediliyor. 19 ütopik günde Gezi Parkı‘nda biz bunu bizzat yaşadık. Yüzlerce, binlerce insanlarla tanıştık onlar da bizimle tanıştı. Forumlarda birbirleriyle konuşuyorlar yeni yeni. Bakış açılarını geliştiren gençler ön plana çıkıyor. Böyle yeni bir gençlik hareketi doğuyor. Bunlar şu anda parklarda devam ediyor. Sokaklar, parklar bunların mekanları olmuş durumda. Tüm bunlar bu açıdan da hareketi gayet orjinal kılıyor.

Gezi olayları sırasında sürekli camide içki içilmesi, ayakkabıyla camiye girilmesi, sürekli türbanlı bir kadına yönelik saldırı AKP tarafından gündeme geldi. AKP sizce, İslami motifleri kullanarak toplumu iki kesim olarak karşı karşıya getirme çabasında mıdır?
Tabii bu gayet açık bir şekilde görülüyor. Ama bunların hepsi de yalan. İki şey buna engel olacak ve bunun böyle olmadığını tersine çevirecektir. Birisi söylediklerinin yalan olması ne camide bira içilmiş, ne bayrak yakılmış, ne de başörtülü kadın yerlerde sürülüp üzerine idrar yapılmıştır. Bunların hepsi yalandır, provokasyondur. Tüm bunlar oradaki hareketin siren dalgasının AKP tabanını vurmasına engel olmak için buna karşı olan bir istihbarat çalışmasıdır. Bunu yaptılar ve ellerinde medya gücünü kullanarak başarılı bir şekilde bunu uyguladılar. Kimi kitleyi ‘orada din düşmanları var’ yanılgısına kaptırarak, burayla olan ilgisini kestiler. Bunu üç dört yalanla becerdiler. Ama bu çökecektir, kendi kazdıkları kuyuda boğulmaya başlayacaklardır. İkincisi bizim orada Antikapitalist Müslümanlar olarak Mihraç Kandili kutlamamız, iki defa cuma namazı kılmamız, oraya mevkidaşlığımız ve mescidimizin polis tarafından yıkılmasıdır. Bu da Başbakan’ın yaratmaya çalıştığı dindarlar, dinsizler, muhafazakarlar, modernler, laikler ayırımını yer ile bir etmiştir. Oradaki cuma namazı görüntüleri Mihraç’taki dua ve Kur’an görüntüleri dünya ajanslarında yansıtıldığı andan itibaren, burda bambaşka birşey olduğunu herkes görmüş oldu.

AKP’nin İslamiyeti kendi iktidarı ve çıkarları açısından kullandığını düşünüyor musunuz? Ayrıca İslami kesimden Erdoğan’ın tutumuna karşı çıkanlar var mı?
Biz Antikapitalist Müslümanlar’ın meydanlara çıkmasıyla AKP’nin bütün ezberleri alt üst oldu. Yani ‘ne güzel dindar dinsiz ayırımı yapmıştık’, ‘ne güzel bazı dindarlara dinsiz diyecektik’ ki orada mescidler açılıyor başörtülüler var orada, cumaya herkes etrafını çevirmiş koruyor, kolluyor. Şimdi bu ne oldu bu herşeyi mahfetti bozdu yani. Dolayısıyla şu anda AKP çevrelerinden bize böyle aşırı düşmanlık beslemesı benim aleyhime linç kampanyaları düzenlemelerinin sebebi burdan anlaşılıyor.

Erdoğan’ın sistemini oturttukça bir diktatöre döndüğü yönünde tespitler var. Siz buna katılıyor musunuz? Gezi direnişiyle AKP gemisi su almaya başladı mı?
Bana göre de diktatör birisidir. Bunu da görüyoruz. Diktatörlük illaki katliamlar yapmak değildir. Diktatör, otoriter ve totaliter üslüplu liderlere denilir. Otoriterdir yani dediğim dedikçidir, totaliterdir herşeye karşıcıdır. Bunların ikisi de Tayyip Erdoğan’da var. Kimi diktatörlüklerin siyasi liderlerinin etrafında medya oluşur bir bakıyorsunuz Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının tamamı on üç, on dört televizyon kanalları canlı yayından veriyor. Bir açıklaması yedi gazeteden aynı cümle ile manşet oluyor. Böylesi şeyler ancak Suriye’de görülen şeylerdir. Eğer katliamlara da başlarsa o zaman diktatörlüğü de aşar tirana dönüşür.

Gezi ile devlet arasındaki çatışmalara Avrupa’dan da bir müdahale geldi. Fakat öbür taraftan Gezi’de sıkılan gazlar da Avrupa’dan geldiğini görmekteyiz. Bu çelişkiyi ve müdahaleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye AKP ile birlikte de Amerika ile ittifakta hiçbir gerileme olmamıştır. NATO üyesi bir ülkedir, anlaşmalarda hiçbir gerileme olmamıştır. İsrail, Amerika, Almanya ile tek bir anlaşma dahi iptal edilmiş değildir. Kapalı kapılar ardında hükümetler ve dış güçler arasındaki temaslarda herhangi bir anlaşma üzerine alınan iptaller kararları söz konusu olmamıştır. Burada hiçbir değişiklik yok. Herkes kendi seçmen kitlesine bakarak bir dil kullanmaktadır.

Gezi barış sürecini bizzat yaşadı

Gezi’deki izlenimlerinizden yola çıkarak Gezi’nin Kürt sorununa ve çözümüne bakışı nedir?
Gezi adına böyle bir soruya ben cevap veremem. Oradaki hiç kimse de Gezi adına cevap verebilecek bir durumda değil. ‘Gezi’nin Kürt sorununa ve çözümüne bakışı nedir?’ dediğiniz zaman Gezi’nin bir parti bir teşkilat alması lazım, orada öyle birşey yok. Gezi’nin içerisinde bir sürü gruplar var, onların Kürtlerin orada buluştuğuna ilişkin bir yorumu olabilir. Öte yandan Kürtler’in orada bulunuşu temsili düzeydeydi. Hatta Öcalan’ın ‘Gezi’ye sahip çıkmalıyız. Orayı Ergenekonculara bırakmamalıyız’ açıklamasıyla biraz daha artma eylemine girdiler. Oradaki en son büyük mitingte kürsünün hemen sağ tarafında büyük bir karabalıkla Öcalan’ın posterleriyle yer aldılar. Ama daha hafiften sorun çıkınca sloganlar falan aleyhlerinde atılınca, yavaşça alanı terk ederek kendi Gezi’deki köşelerine çekildiler. Bütün günler boyunca Öcalan posterleri Gezi’de yer aldı.
Orada sürekli halay çeken Kürt gençler ile gruplar söz konusuydu. Sırrı Süreyya Önder’in de öncülük etmesiyle birlikte Kürtlerden de bir ilgi alaka söz konusuydu. Ama çokta asılmadılar. Anlattığım düzeyde kaldılar. Bunun barış sürecine etkisi nedir diye soracak olursanız bence, Gezi’de olan şey şudur: Gezi’dekiler Öcalan’ın bayraklarını posterlerini getirdiler. Mustafa Kemal’in de posterlerini getirdiler ve yan yana koydular. Gruplar karşılıklı olarak birbirlerini seyretti. Aralarında yer yer ufak tefek sorunlar yaşandı kavga etme anları yaşandı, ama buna her iki taraftan izin verilmedi. Gezi’dekiler barış sürecini bizzat yaşadılar, başlattılar ve böyle olması gerekir diye de Türkiye’ye gösterdiler. Yani bundan daha ötesi olmaz, daha ne yapacaklar.
Mustafa Ilhan
Yeni Özgür Politika
http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=22281