Site-Logo
Site Navigation

Kürdistanî ve “Darul Selam” bilinciyle

3. July 2015
Mustafa Ilhan

Türkiye ve Kürdistan´da bir seçimi daha geride bırakmış olduk. 13 yıllık AKP iktidarı hegemonyasına karşılık %13´lük bir irade gösteren karşıt bir hegemonya oluşmuş durumda. Bu yeni Kürt hegemoyasına yönelik bir şiddet katma ve kriminalize etme çabaları görülmekte. Bunun bir benzerini 2011 yılında Tunus’ta başlatılan Demokratik Halk Ayaklanmaları’nda ve benzeri Arap Baharı isyanlarında da görmüştük. Suriye´deki iç savaş, bölgesel sorun olan Kürt sorunu ve dünya üzerindeki mali kriz bölgenin daha fazla şiddet ortamına girmesine vesile olmakta. Emperyalizm, içinde bulunduğu Kapitalist mali krizden ötürü daha da hırçınlaşmakta ve bir zamanlar düşman olarak ilan ettikleri hak, adalet ve barış arayışında olan demokratik kitle hareketlerini bugün bir maşa gibi kullanıp daha sonra idam sehpalarına mahküm etmekte. Emperyalist politikaların en basit örneğini Mısır´da görmek yeterli olsa gerek. Peki Batı Dünyası ile Ortadoğu arasında bir köprü niteliği taşıyan,Türkiye ve Kürdistan´da yapılan seçimler ile elde edilen seçim sonuçlarıyla Kürdistan halkını bundan sonra neler beklemekte? Kim, neden Kürt halkını yeni kaoslara sürüklemekte? Müslümanıyla gayrımüslimiyle %80’lik bir barış iradesini gösteren bölge halkını ne tür tehlikeler bekliyor? Kürt Hareketi içine dalmış kimi karanlık güçler ile yüzleşmenin zamanı geldi mi? Halkın psikolojik durumu nedir? Tüm bu soruları Kürdistan´da Müslüman kimliğiyle tanınan, halkın içinden gelen Kadir Bal´a sorduk.


7903

 Diyarbekir ve Kürdistan’daki son gelişmelere dair neler söylemek istersiniz? 



Ben cenaze saymak istemeyen bir halk görüyorum. Elinde cenaze fenerleri ile hayatı arayan bir halk görüyorum. Kürdistan’ın aziz ruhuna yapılan haksızlıkları görüyorum. Kürdistan’ı İslamcı, Sosyalist, Anarşist, Seküler, Dindar şeklindeki kategoriler üzerinden atomize etmek isteyen egemenleri görüyorum. Buna alet olan birçok Kürt ve Kürdistanlı insanları görüyorum. Mesela Kürdistan’ın acılarına karşı benzinle giden İstanbul İslamcılığını yahut İstanbul solcularını görüyorum. Bunların gazına gelen Kürdistanlı nice genci görüyorum. Kürdistanî bir bilinçle yaklaşılmadıkça bir ülkenin, bir halkın nasıl parça parça, lime lime edildiğini görüyorum.

Böyle olmasın istiyorum. Kürdistan’ın kaderi üzerine söz söyleyecek olan güçleri İslamcısından sosyalistine Kürdistanî bir özveri ve sorumlulukla meselelerini çözmeye davet ediyorum, acizane. Aksi takdirde bizler konuşacağız, “karanlık güçler” yapacak!

 Sevgli Kadir, ömrünü Kürt halkının davası için veren, tüm Kürdistan`ı karış karış gezen ve en son genel seçimlerde halkın içinde, halkın nabzını tutan biri olarak seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsun?

Seçimlerden sonra tarafları ciddi anlamda bir belirsizlik sardı. Zira seçim sonuçları herkesi derin derin düşündürtmekte. Gerçekleşmesi muhtemel olan koalisyon aslında hem istenilen hem de herkesin ağzının tadını kaçıran mesele. Zira bunca zıtlığın anayasa üzerinde doku uyuşmazlığı da söz konusu. Seçimlerden sonra özellikle AKP çevrelerinin tavrı çok şaşırtıcı idi. Seçim sonuçlarını olgun bir politik duruşla karşılamak yerine seçmenleri suçlayan ve onları aşağılayan bir dil kullandılar. İnsanlara nankör dediler. Başlarına gelecek olan belaları hakettiklerini söylediler. Kendilerine yapılmasını istemedikleri şeyleri başkalarına yaptılar. Gösterilebilecek en çukur tavırları sergilediler. Demokrasiden bahsettikleri halde demokrasinin bir gereği olan seçimlerin sonuçlarından kaynaklanabilecek muhtemel olumsuz gelişmeleri halka karşı sopa olarak gösterdiler. Şaşırtıcı bir gözlem oldu benim için.


 Seçimler öncesinde HDP mitinglerini kriminalize etme senaryoları sergilendi. En son Amed´deki HDP mitingine yönelik yapılan bombalı saldırı bunun en somut örneği oldu. Daha sonra edinilen bilgiler doğrultusunda bombacının İngiliz istihbatıyla ilişki içinde bir IŞİD’ci olduğu ortaya çıktı. Tüm bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsun? 



Bombalamanın eli Türkiye’nin, bu elin arkasındaki aklın ise Almanya’nın İngiltere’nin IŞİD üzerinden Ortadoğu hakimiyeti çabaları olarak değerlendiriyorum. Türkiye sadece Türkiyeliler’den ve onların iç meselelerinden ibaret bir ülke değil. O yüzden sadece AKP şahsında Türkiye’yi suçlayarak bu işin içinden çıkamayız. Kürdistan’daki en ufak gelişmeler bile dünya siyasetinde önemli yarılmalar ve etkileşimler göstermektedir. O yüzden Diyarbekir’deki mitingin bombalanmasını sadece Diyarbekir özelinde ve seçim atmosferinin içinde değerlendirmemek lazım.

Her sorunu dış ülkelerde arama eğiliminde olan bir insan değilim. Lakin HDP mitingi saldırısının seçimler öncesi hem Kürtler’e hem de Türkiye’ye bir mesaj olduğunu düşünüyorum.



 Burayı biraz daha açar mısın?



Ortadoğu’da sınırlar yeniden çiziliyor. Kendi özgürlük mücadelesinin peşinde olan Kürtler’in haklı ve onurlu mücadelesi üzerinden Emperyalizm suni krizler yaratarak halkların kaderi üzerinde kendi ellerini güçlendirmek istiyorlar. 

Orta Doğu’da Kürtler etkinlik kazandıkça Almanya’nın, İngiltere’nin, Fansa’nın, Amerika ve Türkiye istihbaratlarının ve özel kuvvetlerinin de etkinliklerini arttırdıklarını görmemiz gerekiyor.

Yakalanan HDP mitingi bombacısı olan çocuk ingiliz bir komutanla çalışan bir adamdan emir aldığını söyledi. Bu da tek bilgi… Emniyette sorgusu yapılan IŞİD’çi genç, İngiltere istihbaratının IŞİD içinde yönlendirdikleri bir komutandan emir aldıklarını ifade etti. 

İngiltere istihbaratında bir komutandan emir alan bir adama çalıştığı bilgisi önemli bir bilgi. 
Eğer bu haberler gerçek ise o zaman bu mesajın üzerinde biraz kafa yormamız gerekiyor. 




 Bu arada hem Hüda-Par hem de HDP tarafından Amed´de karanlık güclerin bir iç çatışma çıkarma yönünde çabalarının olduğu yönünde açıklamalarda bulunuldu.
Bu konuda ne düşünüyorsun? 
Kürt halkını ne tür tehlikeler bekliyor?

İki siyasi yapının da bu uyarılarına kulak vermek gerekmekte. Hak vermiyor değilim. Lakin “karanlık güçler” tespiti iki tarafında birbirini suçladıkları argüman olduğunu gördük. Hüdapar kendi tarafından biri öldürüldüğünde ister istemez gözünü HDP’ye çeviriyor. HDP bu durumu kınayıp sorumluların “karanlık güçler” olduğunu söylediğinde Hüdapar’ın tabanından bu cevabın aslında politik bir sahtekarlık olarak değerlendirdiklerini gözlemledik. Yani HDP’nin işin içinden sıyrılmak ve kendi özeleştirisini vermemek için topu “karanlık güçler”e attığı iddia edildi. Aynı durum HDP için de geçerli, HDP çevresi de Hüdapar için benzerini söyleyebilmekte.
Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse Hem Hüdapar hem de HDP’nin illegal yapılanmaları olan YDG-H ve Şeyh Said Seyyireleri olan grupların içine gerek Mit’in gerek karanlık güçlerin sızmadığını iddia edemeyiz. Bu yapılanmaların sadece İslamcı bir üst akıl ile ve de sadece Yurtsever bir üst akıl ile yönetildiklerini iddia edemeyiz. Şeffaf olmayan, sorgulanmaya kapalı ve halkının arasında olmasına rağmen onların gözlerinin önünde olmayan her türlü yer altı örgütü bünyesinde bu karanlık yapıları barındıracaktır. Lakin hangi kesimin örgütlenmesi, bünyesinde hangi “karanlık güçleri” ne derecede barındırdığı dillendiriliyorsa da bilmemiz ve farkına varmamız gereken şey şudur; olan bitenin faturası halka kesilmektedir. Bu çatışmalardan en fazla yoksul kesimler ve savunmasız insanlar zarar görmektedir. Bu da en nihayetinde Kürdistan’a zarar vermektedir.





 HÜDA PAR veya diğer İslami çevreler ile bir görüşmeniz oldu mu?

Bu çevrelerden insanlar ile sık sık görüşüyorum. Lakin siyasi temsilciler ile en son Kobani olayları başladığında görüşmüştüm. Mersin Mazlum-der, İnsan Hakları Derneği ile beraber Mersin’de hem HDP hem de HüdaPar ile görüştük. O zaman da benzer mevzular olmuştu. Lakin elde ettiğimiz gözlemde çarpıcı detay devletin kolluk güçlerinin HDP ve HüdaPar binaları yakıldığında kendilerine gelen ihbar telefonları ve yardım çağrılarına “kendi savunmanızı kendiniz alın” demeleri ve bu duruma kayıtsız kalmaları idi. Fakat Türk milliyetçisi kesimler ile HDP kitlesi karşı karşıya geldiğinde polis ve jandarma derhal olaylara müdahale etmiş ve bu iki kesimi çatıştırmamıştı. Bu şu demek hem içeriden hem dışarıdan belli güçler HDP ve HüdaPar kitlelerini bir birlerine karşı kışkırtmaktadır. 


Antikapitalist bir Müslüman olarak genel bir analiz yapmak istiyorum. Sermaye çevrelerinin çıkarlarının her zaman halkın üzerinde olduğunu bir gerçeklik var. Yeni Türkiye olarak adlandırılan statükonun neo-liberal politikaları halkların sorunları üzerinden kendilerine sözde demokratikleştirilmiş alanlar açarak o alanları pazarın konusu yapmaktadırlar. Salt sınıfsal bir okuma yapıldığını iddia ediyor değilim. Lakin kalkış noktası olarak faşizmi ve devlet terörünü neo-liberal politikalara hizmet ekseninde okumak gerekir. Bu durumda mevcut gelişmeleri ele alacak olursak her kesimin başta kendi tabanlarına sağduyu çağrısı yapmaları gerekir. Görünenin arkasında görünmeyen yönlendirici ellere dikkat çekmek gerekir.

 Kürdistan halkı tüm bu yaşanılanlara nasıl bakmakta? Psikolijik açıdan halkın durumu nedir?

Kürdistan halklarının bu durumu “90’lara dönüş” olarak nitelendirdiğini gözlemledim. “90’lara dönmek” birçok farklı kesimin müntesiplerince dillendirildi. Çünkü 90’lar hangi çevreden olunursa olunsun insanları çok etkiledi. O yıkıcı ve yakıcı günlerin benzerini yaşadılar diyebilirim. Psikolojik açıdan düşünmeye, anlamaya, sorgulamaya imkan kaldığını düşünmüyorum. Bunun yerine insanlar çığlık atıyorlar; haklı olarak. Yeter artık diyorlar. Edi bese diyorlar. Kürdistan’da sokaktaki herhangi bir insanı durdurun ve ona istediğiniz soruyu sorun. Size vereceği cevap : “Barış istiyoruz” olacaktır. Barış dışında bir cevap alamadığınızı göreceksiniz. ‘Barış’a odaklanmış ve artık cenazelerin gelmiyor oluşuna sevinen Kürdistan insanı sokak çatışmalarında eşini-dostunu, komşusunu, tanıdığı simaları kaybettiklerini görüyor. Bu çatışmaları anın içinden değil, geçmişin, 90’ların etkisinde değerlendiriyor. O yüzden Kürdistan’da zamanın altından çok suların aktığını söylesek de nice insan için kalplerden zamanın akıp gitmediğini söyleyebilirim.

Amed’te yaşayan, tanıdığım bir gencin sıcağı sıcağına sosyal medya hesabından paylaştığı duygu ve düşüncelerini paylaşmak istiyorum sizlerle. Kendisi şöyle demiş : 

“Amed’de yaşayan, Amedli bir Müslümanım. Benim çocukluğum Amed´den gelen cenazeleri saymakla geçti köyde. Buluğ çağıma gelene kadar Amed’de ilkokuldan ortaokul bire kadar dağdan gelen gerilla cenazelerini saymakla. 2003-2006-2012’ye kadar şehir protestolarında polis ve özel timlerce katledilen çocukları saymakla geçti. Cenaze saymadığım tek evre gerillanın barışa şans diye 1999’da güçlerini geri çektiği devrede oldu, o 5 yıllık sürede cenaze saymadım çok şükür. 27 yaşına geldim, tüm ömrüme bedel Kobané-Rojava’dan gelen Kürt şehitlerini sayıyorum. Hala kentimde halkımın cenazeleri kalkıyor. Bu devlet tüm gelişim evrelerimizde bize cenaze saydırmıştır…”



 Anti Kapitalist bir Müslüman ve Bölgeyi iyi bilen birisi olarak okuyuculara vermek istediğin bir mesajın var mı?

Kur’an’ın en temel mesajı “La İlahe İllallah” tır. Allah’ın dışında ilahlar ve rabler edinilmesine karşı tevhidin temel mesajı insanı kendine ve kendi gerçeğine çağırmaktır. İnsanın kendisini inşa edebileceği politik zemin “Darul Selam” yani “Barış Yurdu” zeminidir. Barışı istiyorsak üzerimize düşeni yapmalıyız. Üzerimize düşen ise Kürdistan’da biri öldürüldüğünde Fatih Camii avlusunda PKK karşıtı gıyabi cenaze görünümlü politik eylemler yapmak değildir. Her sakallıyı IŞİD üzerinden mahkum ederek, Kürdistan’daki İslamcı dinamikleri IŞİD’e itmemektir. Savaşları zenginler çıkartır; yoksullar ölür. Bunu unutmamak lazım. Biz bir halkı her şeyi ile sevmeliyiz. Okuyuculara bir Müslüman Türk birey olarak mesajım şudur. Kürdistan’a sahiplik yapmak isteyen efendilere inat Kürdistan’a sahip çıkın. Bunun için gidip HDP ‘li olun, HüdaPar’lı olun, AKP’li olun demiyorum. Diyarbekir’in arka sokaklarında madde kullanan her bir genç yaşama bir karanlığın içinden bakmaktadır. 
Kürtlerin ölüleri üzerinden siyasi tahlilleri siyasilere bırakalım. Biz o siyasileri sivil alanlardan takip edelim, kontrol edelim. Lakin Kürt ve Arap illerinde yaşayan nice genç uyuşturucu çetelerinin, torbacıların ve umut tacirlerinin markajı altında. Ne olur bir şeyler yapılsın. Taşın altına eller konulsun. Bu coğrafyayı ve halkları egemenlerin siyasi sosyal kültürel talanları karşısında yalnız bırakmayalım. Kur’an’ın insanlığa yaptığı en temel hatırlatma ‘Mülkün Allah’a ait oluşu’dur. O yüzden Kürdistan da Allah’ındır… Bunun üzerine tefekkür etmeyi ve herkesin gücü yettiğince bir şeyler yapmasını acizane tavsiye ederim.
Vesselam.

Topic
Archive